İlkokul 5’te idim. Eylül’ün sarısı gündüzümüze yoldaşlık ederken, biz, haylazlığın denenmemişliklerinin peşindeyiz…
Yaz tatili bitmiş, ders başı zili çalmış. Sınıfa girdik, sınıf başkanı ve kol seçimleri yapılacakmış… Sınıftakiler önceden konuşmuşlar herhalde, ” Ali olsun sınıf başkanı! ” dediler. Öğretmen sordu, ” kimler kabul ediyor ” diye. Herkes el kaldırdı. Bi baktım, sınıf başkanı rozetini getirip, sıramın üzerine koydular. Şöyle oval, kırmızı- beyaz amblemi ve yazısı olan, plastik bir rozet. Hiç aklıma gelmeyen şey, birdenbire hayatımın o an ki konusu oldu. Siyah önlük, beyaz yaka, akşam eve küçücük bedenime sığmayan gururla gittim. Evde gecenin konusu, benim, sınıf başkanı olmam. Anlatıyorum, ” öğretmen ne dedi? ” diyor babam. ” Hayrullah’ın kızı Sabiha, n’aptı? ” diye ekliyor annem, sorunun peşine başka soruyu. Akşamdan önlük yıkandı. Beyaz yaka tülbente sarılıp, kırk sudan geçirilip, telalandı. Lacivert- beyaz ayakkabım vardı, top oynuyorum diye giymeme izin verilmeyen, o ayakkabı silindikten sonra akşamdan, ayakkabılığın üstüne konuldu. Gece oldu. Annem önlüğümü dışarıdaki duta bağlı çamaşır ipine sererken, kocasının vardiyadan dünüşünü devamlı balkonda bekleyen komşumuz Rahime teyzeye, ” Fatma öğretmen, Ali’yi sınıf başkanı seçmiş, önlüğünü yıkadım!” diyordu . Serin Eylül gecesi. Yatağım, pencere kenarında. Yıldızları seyrederken, içim kıpır kıpır, gözlerim kapanıyor.
Bir hafta geçti üzerinden.Sınıf mevcudunu sayar mıydık bilmiyorum ama, ders zili çalıp, sınıflara doluşunca, öğretmeni beklerken sınıfın asayişinden sorumluyum. ” Konuşanlar ! ” diye başlık atılırdı hatırlarsınız, kara tahtanın üzerine, beyaz tebeşirle. Genelde, Fatma öğretmenin gelmesine yakın silerdim, yaramazlık yapıp da, konuşanlar diye yazdığım isimleri. Dediğim gibi, tam, bir hafta olmuştu. Yeşilyurt’ların kızıyla, Arabacı Halil’in kızı Hanife didişmeye başladı. Uyardım önce. Yeşilyurt’ların Alime, mahallenin en zenginlerinden birinin kızı… Biz haytaydık ama, onun gibi şımarıklığımız olmazdı. Bir yerde, hakkımız yoktu sanırım. Hanife ise, biraz tutuk, devamlı izleyen, babasının At Arabası olan,bizler gibi gariban sınıfından. Bunların ikisinin de ismini yazdım tahtaya. Sil benim ismimi! diye, sızlandı Alime. Silmeyince, bağırmaya başladı. Bir çarpı attım, isminin yanına. Senin yüzünden oldu! diyerek, Hanife’nin, iki tarafa belik yapılmış saçını çekti bu sefer. Bir çarpı daha attım. Önlü arkalı oturdukları sıranın arka tarafına oturduğu sıranın üzerinden uzanıp, bir müddet uğraşarak, Hanife’nin resim defterini alarak yırtmaya başladı. Annen bize gelip yardım istemişti, Yıldız kırtasiyeden babam almadı mı bunu sana? diye, yırttı kızın resim defterini. Bir çarpı daha atıyordum, Fatma öğretmen sınıfa girdi, ” bu ne gürültü, sesiniz koridorda çınlıyor !” diyerek.
Açıklama yapmaya çalışıyorum, Hanife’nin gözleri dolmuş, Alime gerginlikten titriyor… Tahtaya baktı öğretmen. Konuşanlar; Hanife ve Alime. Alime’nin isminin karşısında üç çarpı var. Bir Hanife’yi, bir Alime’yi süzdü. Hanife’nin yanına gitti. Kulağından tutup kızı ardı ardına tokatlamaya başladı. Tokatlar, Hanife’ye değil de bana atılıyormuş gibi, sarsılıyorum o ara ben. Hiç böyle görmemiştim Fatma öğretmeni. Oturun ! dedi sertçe, Hanife’yi tokatlayıp, masasına doğru giderken.
Oturduk. Ama boğazımda bir yumru, yutkunamıyorum. Çocukluğumdan beri ellerim titrer böylesi durumlarda. Hanife’ye baktım, sessiz sessiz ağlıyor. Alime, çok sakin biçimde kalemliğinden, bir şeyler çıkarıyor. Halen yutkunamıyorum. Siyah önlüğümün sol koluna dikilmiş olan kırmızı- beyaz başkanlık rozetine gitti elim. Titreyen elim. Çantamdan kalemliği aldım. İçinden kalem açacağını çıkardım. Üzerinde, jilete benzer, vidayla tutturulmuş kısmını, pergeli, tornavida gibi kullanıp çıkardım. Annemin bir hafta önce, önlüğümün sol koluna diktiği rozetin iplerini kesip, müsaade almadan ayağa kalkıp, Fatma öğretmenin masasına bıraktım.
Bu ne ? dedi önce. Yutkunamıyorum halen. Cevap veremedim. Ne yapmaya çalışıyorsun sen , diye ayağa kalkıp, bir tokat da bana attı. Geçtim yerime oturdum. Beni çağırdı masasına; gitmedim. Yanımda oturan Hakan’ı çağırıp, rozeti bana vermesini söyledi. Hakan, rozeti alıp, vermeye çalıştı, almadım. Kalemliğimin içine koydu. Çıkarıp, sıranın üzerine koydum. O rozet, paydos zili çalana kadar, sıranın üzerinde kaldı.
Bir hafta sonra, Alime sınıf başkanı oldu. Konuşanlar kısmında, en çok benim ismimin karşısına çarpı işareti konuldu.
Küçüklüğümden kalma ve hep sadık kaldığım bir prensip olarak; o tarihten sonra hiç bir oluşuma başkan olmadım ama, konuşmaktan da geri durmadım.